Yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi
Lakin zaman, su gibi akıp geçti ve bilet tarihi yaklaştıkça bir ihtimal belirdi: Amsterdam tarihi, sınavlarımla çakışabilirdi... Bu ihtimali düşündüm, ne yapacağımı kafamda tarttım. Biliyorum, belki bu satırları okurken, "Bu kadar basit bir konuya neden bu kadar anlam yüklüyorsun?" diye geçireceksiniz içinizden. İlk başta ben de öyle düşündüm: “Allah’ın bana attığı yüzlerce kazıktan birine daha mı düştüm?” diye. Ama sonra başka bir şey fark ettim: Belki de bu, bir seçimdi. Ve bu seçim, hayatta neye değer verdiğimi, neleri istediğimi yeniden düşünmem, hatta kendi karakterimi sorgulamam için bir fırsattı.
Aslında, önce “Allah kahretsin, gidemiyorum” dedim. Ama sonra, biraz daha düşündüm. Kafamda alternatif senaryolar oluşturduğumda, birdenbire, uzun zamandır üzerinde yürüdüğüm yolun bana ait olup olmadığını sorgulamaya başladım. Kendimi bildim bileli, bana ait olduğu söylenen bu yolu artık istemediğimi hissettim. Ama bir yandan da, 23 yıl boyunca bu yolu adımlamıştım. Ben, orta sınıfın, “çalıştırılmak için doğurulmuş zeki çocukları”ndan biri değilim sadece, diye kendi kendime isyan ettim. Oysa o stereotipin mükemmel temsilcisi de değildim.Yazıyı okurken “Sen o kadar zeki ve çalışkan mısın ki, kendini bu kategoriye sokuyorsun?” diyebilirsiniz belki. Ama size şöyle söyleyeyim: Çevrenizi daha iyi gözlemlemenizi öneririm. Çünkü bu stereotipteki çocukların hepsi çok zeki ve çalışkan değil. Aynı zamanda, çevrelerinden, ailelerinden ya da kendi iç seslerinden “Sen zeki olmalısın, çalışkan olmalısın” diye empoze edilenler de var; yani, ben. Evet, hiçbir zaman elle gösterilen o harika okul 1.si çocuk ben olmadım. Ama her zaman olamamanın stresi ve bir gün olabileceğimin umuduyla yaşadım. Sadece kendim değil, ailem tarafından bana empoze edilen bu düşünceyle yaşadım. Ama artık büyüdüm. Ve kendime artık şu soruyu sormanın vakti gelmişti: Ben kimim, ben bu muyum, ben bunu gerçekten istiyor muyum, gerçekten buraya mı aitim?
Bakın arkadaşlar benim çok sancılı bir akademik hayatım oldu. O kadar sancılı ve acılıydı ki, yıllarca oturup düzenli ders çalışabilen insanlara imrenip keşke siz olabilsem dedim. Ama ben, ne adam akıllı çalışabiliyordum ne de "boşver" diyebiliyordum. Yıllarca o sınavların baskısı altında, sürekli çalışmam gerektiği hissiyle yaşadım. Bazı zamanlar, sabaha kadar çalışmıyordum ama yine de o masanın başında oluyordum. Ama şimdi, Amsterdam’a gitmek mi, sınavlara mı çalışmak mı sorusu bana yeni bir umut ışığı sunmuştu. Kendi kafamda şöyle bir plan yaptım: Eğer dersim denk gelirse, o da 2 kredili olur, şartlı geçerim. Ya da, perşembeye denk gelirse, akşamı Amsterdam’a gitmek de bir seçenek.
Uyurken telefonuma art arda bir sürü mesaj geldiğini gördüm. Biri sınav takvimini atmış, iki sınav üst üste ve cuma günü. Yani demek oluyor ki, siksen gidemezsin. Normalde blogumda küfür kullanmayı pek sevmem ama burada daha güçlü bir betimleme yapmam gerekti.
Ben bir seçim hakkım olacağını düşünmüştüm. Tanrının bunu benim önüme çıkarttığı bir oyun, belki de bir fırsat olduğunu sanmıştım. Cevabı ben verecektim. Fakat öyle olmadı. Tanrı bana bir seçim fırsatı dahi tanımadı. O kadar çok düşünüp kurduğum her şey, ne yazık ki, Tanrı tarafından çoktan belirlenmişti.Yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi.
Yorumlar
Yorum Gönder