Kayıtlar

Benim güzel hatalarım var

Benim güzel hatalarım var Dün gece bu şarkının sözlerini bağıra bağıra, kendi mezuniyet balomda söyledim. Mezun olamadığım mezuniyet balomda... Bundan bir yıl önce, bugünlerde, anlık hevesler uğruna savsakladığım sorumluluklarım bugünlerde beni depresyona itiyor. Bu defa hiçbir şey benim istediğim gibi olmadı. Çabaladım ama yine de olmadı. “Benim şansım bir şekilde yaver gider, bir şekilde kıçımı kurtarırım” dedim ama kurtaramadım. Şimdi ise ne yapacağımı bilmiyorum. Koca bir sene bana, ben ise ona bakıyorum. Bloguma yazdığım tüm hislerin bir toplamı gibi hissediyorum: geç kalmışlık hissi, başarısızlık, inanç, umut, kaygı... Ama tüm bunları hissediyor olmama rağmen, dün gece “Benim güzel hatalarım var” diye bağırırken üzgün değildim. Sarhoş olmama, o an dans ediyor olmama rağmen, o birkaç saniyelik an benim içimde büyüdü. Hatayı sahiplenmek çok zordur. En azından benim için öyle. Ondan bir ders çıkarmaya, bir verim elde etmeye çalışmak nispeten daha kolaydır. Ama sahiplenmek... ben...

24

Merhaba, Bugün benim doğum günüm. Bu hayatta 24 yıldır varım. 24 yıldır bir şeylerle uğraşıyor, didinip duruyorum. Mutluluklarım, hüzünlerim, başarılarım ve vazgeçişlerimle artık 24 yaşında koca bir kızım... Bugünü evimde oturup ders çalışarak geçirdim,  yarın sınavım var... Artık hayatın olağan akışının getirdiği sorumluluk ve yükümlülükler, doğum günü kutlamalarından daha öncelikli. Evet, bazen ben de hepiniz gibi 7. sınıfa giden bir ergen olmayı, basit hayat kaygılarıyla yaşanayı özlüyorum.ama bi gün bugünü de özleyeceğim. bi gün bugün için de benzer düşüncelerde olacağım. Annem, babam, anneannem, sevgilim ve arkadaşlarımla doya  konuştum. Sanırım artık mutluluk bu demek. Artık eskisi kadar soru da sormuyorum bu arada. Sorduğumda da daha basit cevapler veriyorum. İlginç bi şekilde ise daha çok tatmin oluyorum. Neyse bugün fazla konuşmayacağım Bu sefer benden aldıklarınla, bana kattıklarınla her şey için teşekkür ederim 23. Sen benim uğursuz sayımdın, artık senden kurtuluyor...

Sonuna kadar aşk ya...

Aşka inanır mısınız? Hiç aşık oldunuz mu? Sizce aşk nedir? Daha doğrusu aşktan beklentiniz ne? Karşınıza bir beyaz atlı prensin çıkmasını mı bekliyorsunuz? Sizi gerçekten seven biri sizin için o ejderhayı yenmeli mi? Sonuna kadar mücadele mi etmeli, aşkta neden mücadele var? Biz biriyle birlikte olabilmek için tüm zorluklara göğüs mü germeliyiz? O kişinin uğruna sonuna kadar savaşmalı mıyız peki? "The one" kavramına ne demeli? Tek bir doğru kişi mi var? Aşk öyle bir duygu ki uğruna şiirler, şarkılar, romanlar yazıldı, yüzlerce, binlerce film çekildi. Bu şarkılar, şiirler, filmler bize hep aşkın çok kutsal bir şey olduğunu söyledi, ona sahip çıkmamızı, onu asla kaybetmememizi... Merhaba sevgili okurlarım. Bugün uzun zamandır konuşmak istediğim bir konuyla ilgili yazıyorum. Bu yazımı 14 Şubat’a yetiştirmek istedim lakin hem sınavlarım yüzünden yetiştiremedim hem de günün anlam ve önemine kanımca zıt şeyler söyleyeceğim için heves kaçırmak istemedim. Şimdi sizlere sorduklarımın ...

Umudum sonsuzdur, uğraşım bitmez hiçbir zaman

"Bir şeyi gerçekten istersen, onu gerçekleştirmek için bütün evren senin için işbirliği yapar."   "Eğer yeterince istersen, her şeyi başarabilirsin." "İnanmak, başarmanın yarısıdır." İnsan bir şeyi çok isteyince, ama gerçekten tüm kalbiyle, inanarak çok isteyince, o şeyin olması gerektiğini düşünür. Yani en azından ben öyle düşünüyorum. Bazen bazı şeyleri o kadar tutkulu ve ihtirasla isteriz ki, sanki içimizden bir yerde o şeye sahip olacağımıza kendimizi inandırırız. Sanki bir alternatif yoktur. Bu kadar istiyorsam, bir şekilde olacak... "Your dreams are just memories of your future self. You're not chasing them; they're calling you. Keep going, you're closer than you think." Sanki bir ilahi güç, bu kelimeleri yazarken arkamı sıvazlıyor. Sanki biri bana, "Yapabilirsin, ben arkamdayım," diyor. Sanki biri bana, gelecekten haberler getiriyor. Ben kendi delüzyonumu mu yarattım? Bu bir hırsın eseri mi? Tüm vücudumu yakıp kavuran...

Yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi

"…O gece oturup düşündüm. Oğlum Bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. O gün bugün usul usul yürüyorum işte.” İyi geceler sevgili okurlarım. Yataktan kalkıp laptopu kucağıma alıp, düşüncelerimi yazmaya başladım. Uyumadan önce kendi kendime yaptığım o konuşmalar ve bir türlü cevaplandıramadığım sorular, yazmasam beni uyutmayacak, aksine kemirip bitirecekti. Bu yazıya Zeki Demirkubuz’un Masumiyet filminden Bekir karakterinin sözleriyle başladım. Çünkü bu gece beni uyutmayan, “Acaba karar benim adıma çoktan verildi mi? Kaderim mi böyle? Dünyaya bunun için mi getirildim?” gibi düşüncelerle boğuluyordum. Size yaşadığım olayı kısaca anlatayım. Benim maalesef daha kullanmanın adam akıllı nasip olmadığı bir yeşil pasaportum var. Biletlerin ucuz olduğunu fark ettiğim bir gün ise arkadaşlarıma haber vererek aylar sonrasına bir Amsterdam planı yaptım. O kadar hevesli ve heyecanlıydım ki... Uzun za...

Pain is inevitable, suffering is optional

Sevgili günlük, Bugün kendimi iyi hissetmiyorum. Sanki ruhumun derinliklerinde olan bir girdap beni içine çekiyor. Bu girdabın  vücudumda yarattığı o bitkin, çaresiz hisle koltukta oturuyorum . Hatta buna oturmak denemez, koltuk adeta bir kara delik gibi beni içine çekiyor. İşler benim tasarladığım gibi gitmedi. Gelecek bir muamma haline geldi ve bu muamma beni yiyip bitiriyor.  Şimdi ise her şey gözümde büyüyor. Koltuğun beni hapsettiği kara delikteki karanlık gözlerimin önünü kapladı. Sanki biri gözümün önüne gri tül perde çekti... yoksa neden etraf bu kadar gri ve bulanık? Kara delikte canavarlar var sanki ve üstüme doğru yürüyorlar. Göğsüm daralıyor. Tanrıya yakarıyorum, gerçekten göğsümün daraldığını biliyor musun? Sevgili günlük, Çaresiz hissediyorum. Acı hissediyorum. Korkuyorum. Acıdan asla kaçamayacağımı anladığım ama kaçmayı öğrenemediğim yaştayım. Biri beni korusun istiyorum. Ama kim beni nasıl koruyacak? İnsanı kendi acısından kim koruyabilir ki? Merhaba sevgili ok...

Hiçbir şeye ihtiyacı olmayan birini bir yerde tutmak zordur

Merhaba sevgili okurlarım, maalesef uyku düzenimi çok bozdum. Saat öğleden sonra bir ve hala evdeyim... en kısa zaman içinde erken yat erken kalk düzenime geri döneceğim. Size yazacağım konular son zamanlarda fazla birikti çünkü buraya çok giremedim. Aslında yazmaya yeltendiğim çok zaman oldu fakat bir türlü oturamadım. Cumartesi günü akşam tek başıma nuri bilgenin kış uykusunu izlemeye gittim. Filmi beğenmedim ama bu başka bir yazımın konusu olacak. Oradaki aydın karakteri de yazı yazıyor ve kız kardeşi Necla neden bu konuları seçiyorsun dediğinde bizim konuyu değil de konunun bizi seçtiğini söylüyor. Bunu size söylememin nedeni ise size neredeyse her yazımda söylediğim konuların spontane geliştiğiyle ilgili yaptığım o girizgahı birinin daha mantıklı kelimelere döktüğünü fark etmemdi. Neyse o zaman gelelim benim bu yazıyı yazmama neden olan kıvılcımın nasıl patladığı mevzusuna. Geçen gün bir podcast dinledim. Arzum Uzun diye biri sex and the city karakterlerini analiz ediyordu. Mr Big...